Bert Hellinger Aile Dizilimi terapisini bizlere sunan kişidir. Aile dizilimine göre,
kendimizden önceki geniş ailemizin kaderine takılı kaldığımızı, özellikle de gizli kalmış,
travmatik ve çözülmemiş konular, sırlar da dahil bizim yaşamımıza yön verdiğini iddia
etmiştir. Buna istinaden ‘kitlenme’ diye bir kavram ortaya atmıştır. Aileden birisinin
bilinçsizce kendinden önceki bireyin yaşam örüntülerini birebir üstlenmiş olması demektir.
Bir önceki kuşakta yaşanmış haksızlığın düzeltilmesi için sanki biri seçilip görevlendiriliyor.
Ama bilinçsiz oluştuğu için bu düzelme hiç gerçekleşmeyecektir. Bunun için farkındalık ve
kabul gerekir.
Peki;
Eski bir aile bireyinle özdeşleşme ve onun adına kefaret ödemek, ilginç gelebilir. Ama
Çocuğumuz aile büyüklerimizin hikayelerini ve zor yaşamlarını dinleyerek büyümüşüzdür.
Ya da isimlerimiz onlardan birine aittir. İsim konusu burada önemli, çünkü ölen kardeşinin,
amcasının, dayısının, dedesini vb. yeni doğan birine verilen isimler kişinin hayatını etkilediği
gerçeği doğrudur. İsim ile kişiye istemsiz bir misyon bir yük, bir davranış kalıbı yükleriz.
Neyse konumuza dönelim. Bilimsel bir araştırmaya konu olamayan bu terapi çeşidi, biraz
mistik gelebilir. Ama Hellinger’ in kitabında dikkate değer güzel cümlelere rastlayabilirsiniz.
Bir seyi her zaman bir başkasına dayanarak tasarlıyoruz. Bilincimiz yalnızca
diyalektik bir biçimde çalışıyor.
Sevgiyi nefretin karşısı olarak kavradığımda sevgi nefretle sınırlandırılacaktır. Bir şeyi
açıkça görebilmek için başka bir şeye gönderme yapmak zorundayız.
Önceden insanın inanç sahibiyse iyi olabileceğini sanırdım. Tersine inanç sahibi
olmayan çok duyarlı insanlarla karşılaştım. Orada bir noktada durdukları için değil,
kişi başkalarına saygı duymalı ve sevmeli.
İlişkide bir kişiye , ona ancak geri verebileceği ve vermek istediği kadarını
verebilirim. Taraflardan biri diğerinin kaldırabileceğinden fazlasını verdiğinde ilişki
tehlikeye girer.
Biri bana bir şey yaptığında onu yalnızca bağışlarsam üstün durumda kalırım ve
karşımdaki, eşitliği yeniden sağlayacak bir şey yapamaz.
Ebeveynlerin çocuklarıyla eşit ilişki kurmaya çalışması, kendilerini daha yukarıda
ortaya koyamamaları çocuklar için kötü sonuçlar doğurur. Çocuklar bu durumda
kendilerinin güvenli ve özgür hissetmeler.
Babasıyla çatışan kaçınılmaz şekilde onun gibi olur. Annesiyle mücadele eden de
kaçınılmaz şekilde onun gibi olur. Reddettiğimiz kişiye dönüşürüz.
Temel öfke bana savunma gücü verdiği için iyidir. Eyleme geçmemi sağlar. Buna
karşı çoğu öfke varsayımdan kaynaklıdır. Öfke doğrulanmayan yansıtma ve kuşkuya
dayanır.
Temeldeki belirleyici duygular acı ve sevgi. Acıyla yüzleşmek yerine öfkeleniyor
olabilirim.
Bir çift geldiğin de geride ne kadar bağlılık kalmıştır. Eğer çok acı çekiyorlarsa
bağlılık henüz güçlü, uzlaşma olasıdır. Acı duymuyorlarsa ilişki de bitmiş demektir.
Nefret sevginin diğer yüzüdür. Kişi severken yaralandığında ortaya çıkar ‘Seni çok
sevdim ama bu bana çok acı veriyor’ dediğin de nefrete yer kalmaz. Böyle bir
cümlenin ardından barışmak mümkündür.
İnsan ebeveynini ne kadar reddederse o kadar ona benzer. Odak inkar edilene çevrilir.
Ebeveynin sunduğu iyi özellikler görülmez ve alınamaz hale gelir. Ebeveyn reddini
içeren acının kötü, zayıflaştırıcı bir etkisi vardır. ‘Onları oldukları gibi alıyorum’
demeliyiz.

